Kapı çaldığında, ev sessizdi. Üvey abim, Mert, mutfakta bira içiyordu; kaslı kolları, dövmeli omuzları terle parlıyordu. “Elektrikçi geldi,” diye mırıldandı annem, ama o çoktan kalkmıştı. Adamı içeri aldı – iri yarı, tozlu tulumlu bir işçi, elleri nasırlı, bakışları yorgun. Arıza prizdeydi, ama Mert’in gözleri başka yerdeydi. Elektrikçi eğildiğinde, pantolonu gerildi, kalçaları yuvarlaklaştı. Mert’in nefesi hızlandı; yıllardır bastırdığı o arzu, bir volkan gibi patladı. “Yardım edeyim,” dedi boğuk sesle, arkasına yaslandı. Adam şaşkın döndü, ama Mert’in eli beline kaydı, fermuarını indirdi. “Ne yapıyorsun?” diye kekeledi elektrikçi, ama direnmedi – belki yorgunluktan, belki merakından. Mert onu duvara yasladı, sert sikini soktu içine; ritmik, vahşi darbelerle. Elektrikçi inledi, elleri duvara dayandı, gözleri faltaşı gibi açıldı. Mert’in gözleri döndü – zevk, öfke, tabu karışımı bir çılgınlık. “Sus,” diye hırladı, daha derine girerek. Adamın kalçaları titredi, Mert’in tohumları aktı sıcak sıcak. Sonra, sessizlik. Elektrikçi pantolonunu topladı, titreyerek gitti. Mert aynaya baktı; gözleri hâlâ dönüyordu, ama şimdi zaferle. Üvey kardeşinin sırrı, evin duvarlarında yankılanıyordu. Arzu, sınırları ezer; bazen bir priz tamiriyle başlar, bir fırtınayla biter.