Ben, 28 yaşında bir gezgin, Afrika’ya ilk seyahatimde unutulmaz bir macera yaşadım. Safari turunda, yerel rehberimiz Kwame –güleryüzlü, uzun boylu bir adam– bizi ormanın derinliklerine götürdü. Güneş batarken kamp kurduk; ateş başında sohbet ederken, Kwame elinde bir şişe yerel içkiyle yaklaştı. “Bu, ‘zenci ruhu’ derler, tadına bak!” dedi gülerek. Şişeyi uzattı, ben de bir yudum aldım –ağzıma girdi o sert, baharatlı tat! Yanık odun kokusu, tarçın ve acı biber karışımı… Öksürdüm, herkes kahkaha attı. “Hoş geldin Afrika’ya!” diye şakalaştı Kwame. O gece yıldızlar altında hikayeler dinledik; Kwame’nin çocukluğu, aslan avları… İçki, sohbeti ısıttı, dostluğu pekiştirdi. Sabah, fil sürüsünü izlerken düşündüm: Bu tat, sadece bir içki değil, kültürün özüydü. Kwame’yle vedalaşırken, “Bir daha gel, daha fazla ‘zenci ruhu’ var!” dedi. O an, maceranın en güzel yanıydı –beklenmedik tatlar ve bağlantılar. Afrika, kalbime kazındı.