Altın teller gibi dökülen kısa kesim saçlar omuzlara değdikçe rüzgarın dokunuşu gibi hafifler hava. O soluk tenin kıvrımlarına yaklaşırken kalp bir davul gibi çarpar göğüs kafesinde. Daracık geçitte kaybolur bedenim bir tünelin karanlığında ışık arayarak. Kaslar sarılır etrafıma sıcak bir mengene gibi sıkıca tutunarak. Bu sızma sadece bedensel bir fetih değil ruhun en gizli mağaralarına bir fener sokmak gibi parıldar. Zevkin keskin dalgaları vurur kıyılara köpükler saçarak unutulmaz bir iz çizer. Acının ipek örtüsü altında gizlenir hazın en saf hali filizlenerek. Bu birleşme iki yalnız gezginin yollarının kesişmesi mi yoksa bir fırtınanın ortasında sığınak bulması mı. Saatler erir o ritimde kaybolup giderken her sınır. O anın gücü akar damarlarımda yeni bir nehir gibi taşkın sularla dolarken. Yolculuk burada biter mi yoksa yeni kapılar mı aralar sonsuz bir koridorda. Bedenler ayrılırken havada asılı kalır o sıcaklık bir sis gibi sararak her yanı. Bu tür keşifler insanı yeniden yoğurur en derin çatlaklardan sızıp taze bir kalıp oluşturarak. Dinginlik iner sonra yumuşak bir dalga gibi her şeyi yatıştırarak.